1 Eylül 2010 Çarşamba

Ah, Akdeniz...

Giderken yanarım diye düşündüğüm şehirden serinlemiş döndüm, dönünce serinlemiş olacağını sandığım kenti cehenneme öykünürken buldum. Evet, biraz kızgınım. Gerisin geri Akdeniz'e dönüp, denizden esen serin rügarların altında tuğla kalınlığında kitaplar okumaya devam etmek istiyorum. Bir de o nefis sabah simitlerine geri kavuşmayı tabi. Kahvaltıda poğaça ve sigara böreği yürütme rutinini özlüyorum. Her öğleden sonra farklı bir çeşidini denediğim dondurmaları, her sabah kahvaltısında ve akşam yemeğinde bitişik masalarda oturma konusunda tesadüfi denk gelişler yaşadığımız yakışıklı grubunun göz ucuyla hissedilen varlığını, kanımın yeşil akmaya başlayacağından şüphe ederek tükettiğim garnitür semiz otlarını, öğleden sonraları kuduran denizde dev dalgalarla boğuşup bolca tuzlu su yutmayı, salıncaklı sandalyelere tüneyip dolunaydan denize yansıyan yakamozu izlemeyi, denizden esen rüzgarın daimi ve serinletici varlığını, çekişmeli okey müsabakalarını ve daha pek çok mini mini detayı özlüyorum. Ve elbette son dakika tanışması yaşayıp, muhabbetleri sayesinde hayatımın en uzun süre denizde kalma rekorunu kırdığım adamların varlığını...

0 yorum:

Yorum Gönder